Gastro İntestinal Sistem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gastro İntestinal Sistem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2012 Çarşamba

KRONİK HEPATİTLER:

KRONİK HEPATİTLER:

Karaciğerin 6 aydan uzun süren diffüz iltihabi hastalığı kronik hepatit  olarak tanımlanır.

Etyoloji:
Kronik viral hepatit
Otoimmün hepatit
İlaç kullanımına bağlı gelişen kronik hepatit
Alkol kullanımına bağlı gelişen kronik hepatit
Metabolik bozukluklar sonucu gelişen kronik hepatit
    Karaciğer yağlanması sonucu gelişen hepatit ( steatohepatit)
Alkol kullanımına bağlı gelişen kronik hepatit
    Kriptojenik hepatit

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de görülen hepatitlerin en sık nedeni %86 gibi yüksek bir oranda viraldir ve  HBV’ye bağlı olanlar %46 iken HCV %35 olarak bildirilmiştir.

    Kronik viral hepatit
Hepatit B, D ve C virusları kronik hepatite yol açar.
Akut B hepatit infeksiyonlarının %5’i, akut C hepatit infeksiyonlarının %85’i kronikleşir.
Klinik:
Hastalar çeşitli bulgularla karşımıza gelirken,  sıklıkla transaminaz yüksekliği veya viral göstergelerden birinin (+) olması tesadüfen ortaya çıkar.

Asemptomatik hastalar: Karaciğer hastalığının klinik belirti ve bulguları yoktur. Başka herhangi bir nedenle araştırılırken veya aile öyküsü olanlar  taranırken transaminazlar yüksek çıkar ve/veya viral göstergelerlerden biri veya birkaçı (+) bulunur.

REFLÜ

Reflü Hastalığında Tanı Yöntemleri
•    Yakınmaların varlığı / deneme tedavisi
•    Baryumlu üst sindirim sistemi radyolojisi (ilaçlı mide filmi diye bilinir)
•    Üst sindirim sistemi endoskopisi ve biyopsi (parça alınarak patolojide incelenmesi)
•    24 saat boyunca yemek borusuna kaçan asidin ölçülmesi (pH-metri)
•    Yemek borusu kasılmalarının değerlendirilmesi (manometri)
•    Sintigrafi (sadece çocuklarda ve kısıtlı yarar sağlar, erişkinlerde kullanılmıyor)
•    Yemek borusuna asit verilerek yanma oluşup oluşmadığının testi

27 Eylül 2009 Pazar

Akut Enfeksiyöz İshalli Hastaya Yaklaşım

AKUT ENFEKSİYÖZ İSHALLİ HASTAYA YAKLAŞIM

İshal Enfeksiyöz ve Enfeksiyöz olmayan çok çeşitli nedenlerle meydana gelebilen bir semptomdur. Barsak Enfeksiyonları dışında, Enfeksiyöz olmayan barsak hastalıkları (Örnek: Inflamatuvar barsak hastalıkları, malignensi), sistemik bazı hastalıklar (Örnek: Hipertroidi, diyabet mellitus vb.) ishal nedeni olabilir (1). Enfeksiyöz ishallerde etken mikroorganizma genellikle su ve besinler aracılığı ile bulaşır ve bu şekilde bazen birden fazla, hatta çok sayıda insan aynı kaynaktan infekte olarak hastalanabilir. Bütün bunlar gözönünde tutularak yapılacak bir sorgulama öncelikle ishalin enfeksiyöz olup olmadığı ile ilgili bir fikir verebilir.
Klinik çok hafif seyirden ileri derecede sıvı kaybına kadar değişen geniş bir spektruma sahiptir. Bu yüzden ishalli bir hastada ilk önce hastanın sıvı kaybının hangi düzeyde olduğunu saptamak üzere susuzluk, ağız kuruluğu, idrarda azalma ile ilgili sorgulama yapılır ve fizik muayenede mukozal kuruluğun olup olmadığı, deri turgor tonusunun durumu ve kan basıncı değerlendirilir. Ciddi sıvı kaybı bulguları olan hastada öncelikle sıvı replasmanı için gerekli önlemler alınır.
Ateş, bulantı, kusma, akut gelişen ishali olan bir hastada öncelikle enfeksiyöz ishal akla gelir. Enfeksiyöz ishallerde etkenin hangi mikroorganizma olduğu hastalığın klinik seyri, tedavi, alınacak önlemler açısından önemlidir. Etkeni belirleyen faktörler içinde coğrafik bölge, mevsim, sosyoekonomik koşullar, yaş, immün yetmezlik ve yaşam tarzı önemli rol oynar. Enfeksiyöz ishalde etkenin ne olabileceği ile ilgili ipuçlarını iyi bir anamnez ile elde etmek mümkündür.
ANAMNEZ VE KLİNİK TANI
İnkübasyon periyodu: Herhangi bir bakterinin yiyecek ve içecek üzerinde çoğalması sırasında açığa çıkan toksinin hazır alınması ile (Bacillus cereus, Clostridium perfringens besin zehirlenmelerinde olduğu gibi) hastalık oluşursa inkübasyon periyodu kısa olup ortalama 8-14 saattir. Bulantı kusmanın ön planda olduğu %68 oranında da ishalin eşlik ettiği bir klinik tablo ile seyreden stafilokok besin zehirlenmesinde ise inkübasyon süresi daha da kısa olup 1-6 saattir. Buna karşılık besinle alınan bir bakteri barsak içinde çoğalıyor ve barsak duvarına invaze oluyorsa (Shigella,Salmonella türleri ) veya barsakta çoğalırken saldığı bir toksinle hastalık yapıyorsa (V.cholerae, enterotoksijenik E.coli gibi) inkübasyon periyodu 16 saatten uzundur .
Ateş: Esas olarak barsak duvarına invazyonla hastalık yapan bir bakteri (Salmonella, Shigella, Yersinia türleri, enteroinvazif E.coli , V. Parahemolyticus) etken ise görülür. Clostridium difficile ve Aeromonas türleri ile meydana gelen Enfeksiyöz ishaller de ateş ile birlikte seyredebilir. Viral gastroenteritler, paraziter ishaller, enterotoksijenik bakteriyel ishaller (V.cholerae, enterotoksijenik E.coli gibi) de ise ateş yoktur. Viral gastroenteritlerden rotavirus gastroenteritinde ateş görülebilir (3).
Dışkı Özellikleri: Dışkının miktarı, kıvamı, kan ve mukus içerip içermediği pürülan olup olmadığı etken hakkında ipucu olabilir. Dışkıdan az miktarda mukus irritabl barsak sendromunu, fazla mukus ise invazif bakteriyel ishali veya idiopatik inflamatuvar barsak hastalığını düşündürür. Dışkıda kanın bulunması halinde ise Enfeksiyöz etkenler ( Shigella türleri, enteroinvazif E.coli, Entamoeba histolytica ) yanında radyasyon etkisi, divertikülit ve ülseratif kolit de akla gelmelidir (1,2).
İshalin Süresi: Eğer 10 günden fazla ise akla etken olarak parazit gelmeli, immün direnci kırık hastalarda Giardia ve diğer parazitler yanında özellikle Cryptosporidium ve Cyclospora türleri de araştırılmalıdır (1). Uzamış ishallerde tüberküloz ve Brainerd ishali de düşünülmelidir. Shigella türlerinin , enteropatojen E.coli ve enteroagregatif E.coli Enfeksiyonlarında da uzamış ishal olabilir. Uzamış ishalin bir diğer nedeni de laktoz intoleransıdır(2).
Yenilen besinin türü: Tavuk eti, yumurta ve diğer hayvansal gıdalar Salmonella türleri ve Campylobacter jejuni Enfeksiyonları için kaynak olabilir. Sucuk, pastırma, salam, konserve, et suyu ve soslar ile Clostridium perfringens bulaşabilir. Bacillus cereus bulaşmasında rol oynayan yiyecekler olarak pilav, makarna ve süt tozu bildirilmiştir. Yersinia için sorumlu tutulan başlıca besin kaynağı ise kontamine süttür. Çiğ veya az pişmiş deniz ürünleri ile ise Vibrio parahemolyticus (Uzak Doğuda yaygın) bulaşmaktadır (3,4).
Antibiyotik ve diğer ilaçların kullanımı: Klindamisin, linkomisin başta olmak üzere ampisilin, gentamisin, tobramisin, penisilin, kloramfenikol, tetrasiklin hatta metronidazol kullanımı Clostridium difficile'nin etken olduğu kolitin bir nedeni olabilir. Bu nedenle ishali olan bir hastanın son 6 hafta içinde kullandığı bir antibiyotik olup olmadığı öğrenilmelidir. Antibiyotik kullanan , hastanede yatan, yaşlı ve beslenmesi bozuk ve altta yatan immün direnci kıran bir hastalığı olan hastalarda seyrek olarak Candida albicans ishal nedeni olabilir (2). Antibiyotik dışı bazı ilaçların alınıp alınmadığı da önemlidir. Magnezyumlu antiasit, laksatif ilaç, oral kontraseptif, antineoplastik ilaç kullanımı ve alkol kullanımı ishal nedeni olabiilir (1).
Yolculuk:Genellikle etken enterotoksijenik E.coli (ETEC)dir. ancak Salmonella, Shigella, Giardia,Entamoeba gibi diğer cins bakteri ve parazitler ile viruslar da etken olabilir. Klinik bu nedenle etkene göre değişiklik gösterebilir.
Hasta ve ilgili özel durumlar:
İmmün direnç kırıklığı söz konusu ise sık olarak ishal etkeni olan mikroorganizmalar dışında diğer bazı mikroorganizmalar da etken olabilir.Bu durumda rotavirus dışında, diğer bazı viruslar ,Giardia, Entamoeba yanında Cryptosporidium gibi diğer bazı parazitler etken olabilir.
Hastanede 3 günden fazla yatan hastalarda Enfeksiyoz ishal gelişmişse etken olarak akla önce C.difficile gelmelidir.
Mide asiditesindeki azalma veya ortadan kalkma durumunda ise çok az sayıda bakteri bile Enfeksiyon gelişmesine neden olur ve böyle durumlarda hastalığın ınkubasyon süresi de beklenenden uzun olabilir.
Karın ağrısı: Birçok Enfeksiyöz ishal sırasında görülen bir semptom olmakla beraber, özellikle kolonun tutulduğu durumlarda kramp tarzında karın ağrıları ve tenesmus belirgindir. Örneğin, amipli ve basilli dizanteride, Salmonella ve Campylobacter enterokolitinde bu semptomlar önemlidir. Aeromonas türleri, V.parahemolyticus enteroinvazif E.coli, enterohemorajik E.coli dizanterik formda ishale neden olabilen diğer etkenlerdir. Yersinia enterocolitica ise mezenterik lenfadenit ve terminal ileit yaparak apandisiti taklit eden bir tablo oluşturur. Sol alt karın ağrısı ve ishali olan yaşlı bir hastada divertikülit düşünülmelidir.
LABORATUVAR TANI
A) RUTİN KAN TETKİKLERİ
Tam kan sayımı her ne kadar ishalli hastalarda tanı için uygulanan bir yöntem değilse de dizanterik hastalarda lökositoz ve sola kayma Shigella türleri Campylobacter jejuni ve EIEC ile meydana gelen basilli dizanteri lehine bir bulgu olarak tanıya yardımı olur. ayrıca ishalle seyreden enterik ateş olgularında SGOT, SGPT yükselmesi de yine sistemik Enfeksiyon tanısı açısından önemlidir.
Dehidratasyonu olan hastada BUN, kreatinin ve elektrolit takibi önemlidir.
B) Dışkının mikroskopik incelenmesi:
Dışkının mikroskopik incelenmesi mikrobiyolojik erken tanı açısından son derece önemlidir.
Dışkı örneği mümkün olduğunca bekletilmeden incelemeye alınır ve öze ile değişik yerlerinden alınan örnek lam üzerinde bir damla serum fizyolojik ile ezilerek ve üzerine lamel kapatılarak incelenir. Eğer dışkı sulu, kanlı mukuslu ise örnek mukuslu kısımlardan alınır ve yine üzerine lamel kapatılarak incelenir. Hazırlanan bu direkt preparatlarda parazit yumurtalarını, hareketli flajelli ve kirpikli protozoa ve kistlerini, mantar elemanlarını (kandida yalancı hifi gibi), eritrosit ve iltihap hücrelerini görebiliriz.
Dışkı örneği çeşitli boyalarla boyanarak da incelenebilir. Yukardaki preparata 1-2 damla metilen mavisi damlatılırsa lökositler, 1-2 damla lugol solüsyonu damlatılırsa parazit yumurta ve kistleri daha iyi görülebilir.Dışkının gram boyası ile boyaması ise antibiyotik kullanan bir hastada Clostridium cinsi bakterilerin yoğun görülmesi halinde Clostridium difficile nin erken tanısında, S,C,martı kanadı bakterilerin görülmesi halinde Campylobacter jejuni Enfeksiyonunun erken tanısı için yardımcı olur(5). Dışkı yaymasının aside dirençli boyama yöntemi ile incelenmesi Cryptosporidum ve Cyclospora tanısında yardımcı olabilir
Dışkıda lökosit varsa, etken barsak duvarına invazyon ile hastalık yapan bir bakteri (enteroinvazif E.coli, Shigella, Salmonella, Yersinia, Campylobacter türleri ) olabilir. Clostridium difficile'ye bağlı kolit olgularında %50 dışkıda lökosit görülür. Ayrıca ülseratif kolit ve Crohn hastalığında dışkıda lökosit bulunacağı akılda tutulmalıdır .
Dışkıda lökosit yoksa viral gastroenteritler, parazitler ishaller ve enterotoksijenik bakteriyel ishaller (V.cholerae, ETEC....) düşünülür. Salmonella taşıyıcılarının dışkısında da lökosit yoktur.
Dışkıda bulunan lökositleri saptamak için son zamanlarda fekal laktoferrin ölçümü yapılmaktadır. Laktoferrin testi, sürüntü örneğinde veya buzdolabında beklemiş örnekte de uygulanabilmektedir (6). Amebik kolitte oldou gibi lökositlerin parçalandığı için görülemediği durumlarda da laktoferrin testi yararlı olur.
Dışkı dışında materyallerin de incelenmesi mümkündür. Örneğin, duodenal sıvıda Giardia trofozoitleri görülebilir.Giardia tanısında Entero-Test yöntemi ile de trofozoitler araştırılabilir. Entero-Test yönteminde ucunda jelatin kapsül bulunan bir çeşit özel naylon ip hastaya bir gece önce veya geleceği gün erken saatte yutturulmakta. Daha sonra çıkarılan kapsule yapışan mukus mikroskopik olarak incelenmektedir. Yöntem Cryptosporidum tanısı için de yararlı olabilir. Dikkat edilmesi gereken nokta mukusun pH'sının alkali olduğunu saptayarak barsak bölgesinden alındığından emin olunmasıdır (2).
Dışkıda mikroorganizmaların antijenlerinin araştırılması da Enfeksiyöz ishallerin tanısında yararlı olmaktadır. Viral gastroenterit etkenlerinden Rotavirus'un antijeni dışkıda ELISA ile gösterilebilir. Aynı amaçla ELISA kadar duyarlı olmasa da lateks aglutinasyonu kullanılabilecek pratik bir diğer testtir. Dışkıda bakteriyel etkenlerin antijeni de saptanabilir. Örneğin salmonella antijeni araştırmak üzere lateks aglutinasyon kiti geliştirilmiştir (7). Dışkıda ELISA ile antijen arama E.histolitica, Giardia, Cryptosporidium gibi parazitlerin neden olduğu ishallerin tanısında da kullanılmaktadır (1,2).
B) Dışkı Kültürü:
Dışkı kültürü genellikle rutin olarak Salmonella, Shigella, Campylobacter ve Yersinia için yapılır. Ülkemizde görülme sıklığı göz önüne alınarak bunlardan özellikle ilk üçünün kültürü yapılmalıdır (8). Özel durumlarda (besin zehirlenmesi gibi) ise dışkı kültürü diğer mikroorganizmaları da aramaya yönelik olarak yapılır
Dışkı kültürü dışında, diğer örneklerin kültürü de yapılabilir. Örneğin, Salmonella Enfeksiyonlarında (enterik ateş) kan, idrar, kemik iliği, rose spot kültürü yapılabilir. Salgın şeklindeki besin zehirlenmelerinde besinden yapılan kültür tanıya yardımcı olur.
C) Serolojik Tanı
Genel olarak Enfeksiyöz ishallerde serolojik tanının fazla yeri yoktur. Ancak birkaç durumda yararlı olabilir. Salmonella O antijenlerine karşı antikor titresinin ölçülmesinin tanısal değeri tartışmalıdır. Salmonella gastroenteritinden ziyade sistemik Enfeksiyonlarında tanıya yardımcı olabilir. İki kez bakılmada 4 kat titre artışı anlamlı olabilir. Ayrıca bir salgında epidemiyolojik çalışmada retrospektif olarak yapılan serolojik çalışma yararlı olabilir. Amebiyaz tanısı için kullanılabilen indirekt hemaglutinasyon testi aktif intestinal Enfeksiyonda %80-90 pozitiftir. Ancak kist pozitif asemptomatik olgularda tanıda önemi yoktur .
D) Toksin araştırılması
Clostridium difficile'nin salgıladığı toksin B hücre kültüründeki toksik etkisi ile gösterilebildiği gibi ELISA ile de Toksin A ve B gösterilebilir. Lateks aglütinasyonu ile ise toksijenik olmayan suşlar ve diğer Clostridium türleri tarafından da salınan bir protein saptanmaktadır. Lateks aglütinasyonu çabuk, pratik ve ucuz bir yöntemdir ancak özgüllüğünün az olması nedeni ile C.difficile tanısında ancak bir tarama testi olarak kullanılmaktadır.
Tanı da rutin olarak kullanılmamakla beraber diğer bazı Enfeksiyöz ishal etkeni bakterilerin (Clostridium perfringens ve ETEC gibi) toksinleri de saptanabilir (9).
E) Proktosigmoidoskopi:
Homoseksüel erkeklerde proktitin değerlendirmesi için ayrıca, kronik seyir gösteren kolitlerde ülseratif kolit, granulomatöz kolit ve iskemik kolitin ayırıcı tanısında; psödomembranöz enterokolit, amebiyaz ve şigelloz tanısında başvurulabilecek bir yöntemdir (1).
Tanıda kullanılacak diğer yöntemler olarak rektal biyopsi (Amiloidoz, amebiyaz ve Whipple hastalığı tanısında), ince barsak biyopsisi ( Whipple hastalığı, giardiaz, amiloidoz, b Lipoproteinemi, lenfoma, kriptosporidyoz tanısında) ve radyolojik çalışmalar (pankreatik ve noduler adrenal kalsifikasyonlarla tüberküloz tanısında) sayılabilir (9).
ishal tanısında en basitinden en karmaşığına kadar pekçok yöntem sırayla kullanılabilir. Son yıllarda ishal etkeni olan mikroorganizma ve toksinlerinin tanımlanmasında çeşitli genetik ve immunolojik yöntemler de geliştirilmiştir. Ancak iyi bir anamnez ve basit dışkı incelemeleri ile çoğunun etyolojisi hakkında tahmini bilgi edinmek mümkündür.Tedaviye daha doğru yaklaşımda bulunabilmek için basit dışkı incelemeleri ihmal edilmeden yapılmalıdır.
TEDAVİ
Akut Enfeksiyoz ishalli bir hastanın tedavisinde değerlendirilmesi gereken iki temel nokta vardır: Birincisi hastanın sıvı kaybının derecesi olup sıvı kaybı ciddi boyutlarda ise öncelikle kaybın yerine konması gerekir. İkincisi ise hastanın antibiyotik tedavisine ihtiyacının olup olmadığıdır. Çünkü antibiyotiklerin her Enfeksiyöz ishalli hastada kullanılmasına gerek yoktur.
Sıvı ve elektrolit tedavisi:
İshalli hastanın önce dehidratasyon durumu hafif, orta ve ağır olmak üzere üç başlık altında değerlendirilir. Hafif olgularda bol sıvı (ayran, meyve suyu vb. gibi) alınması; muz, patates, pirinç, tuzlu kraker gibi besinlerin alınması yeterli olabilir. Oral rehidratasyon sıvısı da (ORS) kullanılabilir. Oral rehidratasyon sıvısı kusmanın olmadığı hastanın ağızdan rahat alabildiği orta derecedeki dehidratasyon olgularında da kullanılabilir. Ağır dehidratasyon olgularında sıvı ve elektrolit tedavisi kayıp durumuna göre ayarlanarak intravenöz olarak yapılır.
Antimikrobiyal tedavi
Akut Enfeksiyoz ishallerin önemli bir kısmı herhangi bir antimikrobiyal tedaviye gerek kalmadan kendiliğinden düzelir. Antibiyotik tedavisinin ateşin ve dışkının mikroskopik incelemesinde lökositin saptandığı dizanterik formdaki ishallerde kullanılması uygun olur. Ampirik antibiyotik kullanımında Enfeksiyöz ishal etkeni bakteriler ülkemizdeki direnç durumlara göz önüne alınırsa florokinolonların seçilmesi uygun olur (11). Enfeksiyöz ishallerde etken mikroorganizma üretilmiş ise veya bir mikroorganizma kuvvetle düşünülüyorsa ona göre bir antimikrobiyal ilacın seçilmesi uygun olur. Geilşen direnç durumu göz önüne alınarak etkenin üretilmesi ve antibiyotik duyarlılık testinin sonucuna göre antibiyotik kullanılması için gerekli çaba ihmal edilmemelidir
Semptomatik tedavi
İshal tedavisinde unutulmaması gereken bir nokta antiperistaltik, antisekretuvar, antikolinerjik ve adsorban ilaçların (kaolin, pektin) Enfeksiyoz ishallerde kullanılmasının sakıncalı olabileceğidir. Bu ilaçların kullanımı toksik megakolon ve kolon dilatasyonuna neden olabileceği gibi Enfeksiyonun süresini de uzatabilir (10). Ayrıca sistemik invazyon potansiyeli olan mikroorganizmalar etken ise bu ilaçların kullanımı sistemik enfeksiyon gelişmesini kolaylaştırabilir.

KAYNAKLAR
1. Bandreas CJ, DuPont HL. Aproach to the Patient with Diarrhea .In: Gorbach SL, Bartlett JG, Blacklow NR(eds). Infectious Diseases, Philadelphia, WB Saunders Company 1998:691
2. Dupont LH. Diarrhea and Gastroenteritis. In:Root KR,Waldvogel F, Corey L, Stamm WE (eds).Clinical Infectious Diseases,A Practical Approch.New York:Oxford University Press;1999:581
3. Blacklow NR, Greenberg HB. Viral Gastroenteritis. N Engl J Med. 1991;325(4):253.
4. Tauxe Rv, Swerdlow DL, Hughes MJ. Foodborne Diseases. In:Principles ana Syndromes of Enteric Infection In:Mandell GL, Bennett JE, Dolin R (eds ). Principles and Practice of Infectius Diseases, Philadelphia: Chuchill Livingstone 2000:1151
5. Sazie ESM. Titus AE. Rapid diagnosis of Campylobacter enteritis Ann Intern Med 1982;96:62.
6. Guerrant RL, Araujo V, Soare E et al. Measurments of fecal lactoferrin as a marker of fecal leucokocytes. J Clin Microbiol 1992;30:1238
7. Beenffrer JRJ, Zwal-Saarloos JA, Broere LJ. Evalution of a commercial latex agglutinaton test for rapid defection of Salmonella in fecal samples. Eur J Clin Microbiol Infect Dis 1993; 12:633.
8. Aktaş O, Tuncel E . Diyareli hastalarda Campylobacter jejuni yönünden bir araştırma. Mikrobiyol Bült 1987;21:79
9. Guerrant RL, Steiner ST. In:Principles ana Syndromes of Enteric Infection.In:Mandell GL, Bennett JE, Dolin R (eds ). Principles and Practice of Infectius Diseases, Philadelphia: Chuchill Livingstone ;2000:1076
10. Altay G: Enfeksiyon Hastalıklarında Antimikrobik Tedavi. Hekimler Birliği Vakfı, Türkiye Klinikleri Yayınevi, 1. Baskı Ankara, 1992;137.
11. Birengel S, Kurt H, Boşca A, Erdem B, Tekeli E. Salmonella ve Shigella cinsi bakterilerin çeşitli antibiyotiklere duyarlılıkları. Enfeksiyon dergisi 1998;12(4):471

Özefagial Atrezi

ÖZOFAGUS ATREZİSİ + TRAKEAÖZOFAGEAL FİSTÜL

TANIM
Konjenital özofagus atrezisi, ilk kez 1670 yılında William Durston tarafından bir ikiz eşinde tanımlanmıştır. Klasik proksimal özofagus atrezisi ve trakeoözofagial fistül (TEF) ise 1697'de Thomas Gibson tarafından rapor edilmiştir. McKenzie'nin 1880'deki yayınından da, o tarihe kadar 63 özofagus atrezisi olgusunun tıp literatüründe yer almış olduğu anlaşılmaktadır. Özofagus atrezisi ve TEF ilk kez 1929'da Vogt tarafından sınıflandırılmıştır.
Trakeal fistül onarımı ve özofagusun alt ve üst uçlarının primer anastomozu ilk kez 1930 yılında Lanman ve Shaw tarafından gerçekleştirilmiş, ancak bebek yaşamamıştır. 1939'da ilk kez Leven ve Ladd özofagus atrezili bir yenidoğanı çok devreli (staged) cerrahi girişimle yaşatmayı başarmışlardır. Bu yazarlar, hastalarına önce fistül onarımı, gastrostomi ve özofagostomi yapmışlar; daha sonra da mide ile proksimal özofagus arasındaki bağlantıyı antetorasik bir cilt tüneli hazırlayarak kurmuşlardır. Bir süre sonra, Sweet ve Gross transplevral yaklaşımla mideyi, Harrison jejunumu, Sandbloom da kolon segmentini toraks boşluğuna taşıyıp, her iki özofagus segmenti arasına yerleştirerek özofagus devamlılığını sağlamışlardır. Özofagus atrezisinin cerrahi tedavisinde devrim sayılabilecek aşama, 15 Mart 1941'de Cameron Haight ve Towsley'in tek seansta fistül onarımı ve primer anastomoz yapmaları olmuştu. Bu olgunun bugün hayatta, evli ve iki çocuk sahibi olduğu bilinmektedir. Cameron Haight yöntemi olarak bilinen bu, klasik tedavi metoduyla 1947'de Hollanda'dan Ten Kate, İngiltere'den Franklin ve İsveç'ten Sandbloom primer anastomoz yaparak elde ettikleri başarılı sonuçları yayınlamışlardır.

EMBRİYOLOJİ

Embriyo 4 haftalıkken, faringeal barsağın hemen bitim noktasında foregut'ın ön duvarında, arkasındaki özofagustan esophago-trakeal septum ile ayrılan ve trakeo-bronşial divertikül belirir. Bu şekilde, foregut'ın poksimal kısmının dorsalinden özofagus, ventralinden de primordial hava yolları gelişir. İki ayrı kanal haline gelen özofagus ve trakea bir yandan boyca uzarken, bir yandan da 3-4 haftalarda karina civarından başlayarak birbirinden ayrılmaya başlar. Ayrılma süreci trakeal bifurkasyon 4. torakal vertebra hizasına gelene kadar devam eder. Ayrılma işlemindeki bir duraklama özofagus ile trakea arasında fistülöz bir ilişkinin devam etmesine neden olur. Özofagus atrezisi ve TEF'in oluşumunu açıklamaya çalışan bu teori dışında, embriyopatogenezi vasküler yetmezlik, inflamasyon, ülserasyon gibi nedenlerle açıklamaya çalışan görüşler de vardır.



GÖRÜLME SIKLIĞI
Özofagus atrezisi ve TEF anomali insidansının çeşitli yayınlarda, 800 ile12000 canlı doğumda bir, ortalama değerinin 3000 canlı doğumda bir olduğu kabul edilir. Anomali, genetik bir temele dayanmasa da, familyal özofagus atrezisi ve trakeoözofagial fistül olguları bildirilmiştir. Tek ve çift yumurta ikizlerinde de özofagus atrezisine rastlanmıştır.
Özofagus atrezisinde, prematürite ve polihidramnioz insidansı yüksektir. Normal canlı doğumlarda %8 olan prematürite insidansı, bu bebeklerde %34'dür. Polihidramnioz TEF olmayan bebeklerde %85, TEF olanlarda ise %32 sıklığında görülür. TEF'ü olan çocuklarda polihidramniozun daha az görülmesinin nedeni, amnion sıvısının trakea ve fistül yoluyla distal özofagusa geçerek sindirim sistemine ulaşması ve bu şekilde amnion sıvı sirkülasyonunun, kısmen de olsa devam etmesidir. Polihidramniozun prenatal ultrasonografi ile tespit edilmesi mümkündür. Polihidramniozun nedeninin, özofagus atrezisine bağlı olup olmadığı amnion sıvısı içine radyoopak madde verilerek anlaşılabilir.Normalde, intrauterin yaşam boyunca fetus, kendisini çevreleyen amnion sıvısını sürekli olarak yutar. Fetusun gastointestinal sistemine giren amnion sıvısı, fetusun barsaklarından absorbe olarak, çocuğun kan dolaşımına ve oradan da umblikal damarlar yoluyla annenin kan dolaşımına geçer. Özofagus atrezisinde veya duodenal ve jejunal atrezi gibi sindirim sisteminin proksimalini ilgilendiren tıkanıklıklarda, bu siklus gerçekleşemeyeceğinden, amnion sıvısı amnion kesesi içinde hapsolarak sürekli artar. Özofagus atrezili bebeklerin annelerinde, amnion sıvısı alfa fetoprotein ve asetilkolinesteraz seviyeleri yüksektir.

ÖZOFAGUS ATREZİSİ ve TEF ile BİRLİKTE GÖRÜLEN EK ANOMALİLER
İstatistiki olarak, her 100 canlı doğumdan birinde majör bir anomali görülür. Bir sistemde anomali olduğunda, doğal olarak diğer sistemlerde de anomali görülme olasılığı yüksektir. Ek anomali insidansı özofagus atrezili bebeklerde %30-60 arasında değişir. Özofagus atrezisiyle birlikte kardiovasküler, gastrointestinal, genitoüriner ve iskelet sistemine ait anomaliler sık görülür. Ek anomali insidansı, izole TEF olgularında en düşük (%27), izole özofagus atrezisinde ise yüksektir (%60). Özofagus atrezisi ile birlikte görülen ek anomalilerin klinik önemi, hastalığın mortalitesini arttırmalarıdır.
Özofagus atrezisi ile birlikte görülen ek anomalileri, minör ve majör olarak iki grupta incelemek mümkündür. Minör anomaliler, yaşama şansını etkilemeyen ve hemen düzeltilmesi gerekmeyen, ihmal edilebilecek anomalilerdir. Örnek olarak dekstrokardi, aberan sağ subklavian ven, Meckel divertikülü, vertebral anomaliler, yarık damak, yarık dudak, atnalı böbrek sayılabilir. Majör anomaliler ise, çocuğun ilk hafta içinde yaşamını yitirmesine sebep olabilecek ve acil müdahaleyi gerektiren konjenital kalp hastalıkları, duodenal atrezi, anal atrezi, mongolizm, hidrosefali veya polikistik böbrek gibi anomalilerdir. Ek anomaliler arasında en sık konjenital kalp hastalıkları görülür (%30-40). Bu grup içinde de VSD, ASD, PDA, Fallot tetralojisi, aort koarktrasyonu ve vasküler ring yer alır. Kardiak anomalilerin bulunduğu hastalarda, yaşam şansı ortalama %22'dir.
Özofagus atrezisi ile birlikte laringeal stenoz, trakeomalazi, ve bronkopulmoner anomaliler de%12 insidansında görülür.
Gastrointestinal sistem anomalileri arasında, en sık anorektal malformasyon görülür. Bunu rotasyon anomalileri, duodenal ve jejunoileal atreziler ve pilor stenozu takip eder.
Olguların %50'sinde bebeğin yaşamını etkileyecek şiddette üriner sistem anomalileri de vardır. Bunlar; renal displazi, üreteropelvik (U-P) tıkanıklık, VUR, üriner duplikasyon, renal agenezis, multikistik böbrek ve hipospadiasdır.
Özofagus atrezisi ile birlikte, vertebral ve iskelet anomalilerine de %20-50 sıklığında rastlanır. Bunlar arasında hemivertebra, ekstra vertebra, ekstra kosta, sakral agenezi ve radius yokluğu gibi ekstemiteleri ilgilendiren anomaliler yer alır.
Özofagus atrezisi ile birlikte, çeşitli sistemlere ait anomalilerin aynı anda görülmesi, vertebral, anal, trakeo-özofagial ve renal anomalilerin beraber görüldüğü VATER (beraberliği) assosiyasyonudur. Buna, kardiak ve ekstremite anomalileri de eklendiğinde bu assosiyasyona VACTERL adı verilir. Bu tür assosiyasyonların tanımı içine giren bebeklerin %70'inin, prematüre veya düşük doğum ağırlıklı olduğu görülür.

ÖZOFAGUS ATREZİSİ ve TEF TİPLERİ
1929'da Vogt'un yaptığı ilk sınıflandırma, daha sonra Ladd ve daha sonra da Roberts tarafından modifiye edilmiştir. Günümüzde basitliği nedeniyle kabul edilen sınıflama, Holder ve Ashcraft tarafından önerilmiş olanıdır. Buna göre, özofagus atrezileri ve TEF 5 ana anatomik gruba ayrılır:

* Özofagus atrezisi + distal TEF (%86.5)
* İzole özofagus atrezisi (%7.7)
* Izole TEF (H tipi fistül) (%4.2)
* Özofagus atrezisi + proksimal TEF (%0.8)
* Özofagus atrezisi + distal ve proksimal TEF (%0.7)
Bunlar arasından en sık görüleni, özofagus atrezisi + distal TEF'tir (%87). Bunun ardından izole özofagus atrezisi (%8), ve izole TEF (%4) gelir. Diğerleri %1'in altında bir insidansa sahiptir. Bebeğin doğum kilosu, akciğer sorununun derecesi ve mevcut ek anomaliler prognozda etkilidir.



KLİNİK
Hastalığın mortalite ve morbiditesinin azaltılmasında, erken tanı da ameliyat tekniği ve post-operatif bakım kadar önemlidir. Erken tanının amacı; aspirasyon pnömonisinin önlenmesi ve hastanın ameliyat öncesinde gerekli destekleyici bakımı alabilmesidir. İlk semptom ağız ve burundan, yutulamayan tükrük salgısının köpük halinde dışarı gelmesidir. Proksimaldeki kör poş içinde toplanan tükrüğün aspirasyonu ile bebeğin öksürdüğü ve zaman zaman da siyonoza girdiği gözlenir. Bu belirtilerin gözden kaçırılmasıyla tanı koyulamayan hastalarda, tanı için ikinci şans ilk beslenmedir. Verilen besini yutamayan bebek, bunu dışarı çıkaracak ve bu sırada da aspirasyona bağlı olarak öksürecek veya siyanoza girecektir. Bu belirtileri ilk görme şansına sahip kişiler, çocuğu doğumdan sonra takip eden sağlık personeli olduğundan, bu kişilerin bu semptomlar açısından bilgilendirmeleri erken tanı için oldukça önemlidir.
Sağ ana bronş sol ana bronştan daha yüksekte yer aldığından, aspirasyona bağlı pnömoni ve atelektaziler genellikle sağ akciğerde olur. Bu nedenle dinlemekle daha çok sağ akciğerin solunuma katılamadığı saptanır.
Distal TEF'in bulunduğu olgularda, karında mideye geçen hava nedeniyle distansiyon varken, izole özofagus atrezilerinde ve poksimal fistülü olan bebeklerde karın çöküktür.
İzole TEF olguları, karşımıza iki klinik tablo şeklinde çıkar. Birinci grupta yer alan hastaların, yenidoğan döneminde başlayan akut akciğer problemleri vardır. Ikinci grubun ise beslenme sırasında öksürük ve siyanoz gibi semptomları olabileceği gibi, asıl semptomları ağlarken abdominal şişkinliklerinin olmasıdır. Ikinci grupta yer alan hastalarda, akciğer semptomlarının akut ve şiddetli olmaması yüzünden, tanı koyulması gecikebilir. Izole TEF tanısı düşünülen hastaların, akciğerleri önce istirahat halinde dinlenmeli, daha sonra bir miktar şekerli su verildikten sonra tekrar dinlenmelidir. Başlangıçta ral yokken, şekerli su içimini takiben rallerin duyulmaya başlanması TEF tanısını doğrular.

TANI
Doğum sonrasında ağız ve burun deliklerinden bol miktarda tükrüğün geldiği bebeklerde ilk yapılacak işlem, bebeğin ağzı veya burnu yoluyla radyoopak bir kateterin mideye ilerletilmeye çalışılmasıdır. Kateterin üst alveollere 9-11 cm veya burun deliklerine 9-13 cm mesafede takılıyor olması ve daha fazla ilerletilememesi atrezinin varlığını kesinleştirir.
Kateter mideye iniyorsa atrezi tanısından uzaklaşılır. Ancak, ağız veye burundan mideye itilmeye çalışılan kateterin çok yumuşak olması, kateter proksimal poş içinde kıvrılmasına veya mideye inmiş izlenimi vermesine sebep olabilir. Nadiren çok sert bir kateter de trakeal fistül yoluyla mideye inebilir. Kateter takıldıktan sonra akciğer ve karın grafilerinin çekilmesi ve proksimal poş içinde kıvrılmış olan kateterin görüntülenmesi gerekir. Özofagus atrezisinin ayırıcı tanısında faringeal pseudodivertikül ve laringo-trakeo-özofagial yarıklar (kleft) da yer alır. Bu iki anomalide de kateterin, birinde divertikül içinde, diğerinde trakea içine girerek takıldığı ve yanlış olarak özofagus atrezisi izlenimi verebileceği belirtilmiştir. Faringeal pseudodivertikül olgularının bir kısmına, sırf bu nedenle gereksiz yere torakotomi yapıldığı rapor edilmiştir.
Proksimal poşun içindeki kateterden opak madde verilmesiyle, radyolojik olarak tanımlanmasına çoğu kez gerek yoktur. Bu işlemin, kontrast maddenin aspire edilmesiyle, zaten sorunlu olan bebeğin akciğer problemlerini arttırabilir. Ancak kontrast maddeyle yapılacak bir radyolojik çalışma proksimal özofagusun seviyesi hakkında daha güvenilir bilgilerin elde edilmesini sağlar. Böyle bir grafinin çekilmesine karar verildiğinde, pnömoniye yol açan baryum veya iyotlu opak yerine, suda eriyen kontrast maddeler tercih edilmelidir. Suda eriyen kontrast maddelerden Hypaque (sodium diatrizate) ve Gastrograffin (sodium ve meglumine diatrizate) ise, hipertonik olduğundan, şiddetli akciğer ödemine neden olabilir. Bu amaçla kullanılacak en uygun kontrast madde; mikromize edilmiş ve metilselülozla karıştırılmış baryum sulfattır (Micropaque) (Dianosil, Hydrast) . Kontrast madde kullanılarak çekilecek bir grafi ile, benzer klinik semptomlara neden olan özofagus stenozu veya diaframlarının saptanması da mümkün olur. Nadiren, proksimal TEF'ler de bu yolla görüntülenebilir.
Bazen akciğer grafisinde proksimal özofagial poş, içindeki hava ile görüntü verebilir. Karın grafisinde, mide veya barsaklarda gazın mevcut olması atrezi ile beraber distal TEF olduğunu gösterir. Karın boşluğunda gaz olmaması, distal TEF olmadığının veya gaz geçişine izin vermeyen genişlikte bir fistülün olduğunun işaretidir.
İzole TEF için, hasta sedatize ve immobilize edildikten sonra, floroskopi altında radyoopak bir kateter özofagus başlangıcına kadar ilerletilip Daha sonra, kateterden suda eriyen bir opak madde yavaş yavaş verilir. Suda eriyen opak maddelerin vizkozitesi düşüktür ve trakeobronşial sistemden hızla emilebilir. Sinefloroskopi adı verilen bu çalışma ile, özofagus içerisindeki opak maddenin trakeaya geçip geşmediği incelenir. Nöromüsküler bir hastalığı olmayan çocuklarda, opak madde orofarenkse hızla enjekte edilse dahi aspirasyon görülmez. Bu nedenle, floroskopi sırasında fistül gösterilemese bile, trakea-bronşial ağaç içinde az miktarda opak maddenin görülmesi anlamlı kabul edilir. Izole TEF'de fistülün gösterilememesi, olmadığı anlamına gelmez. Fistülün görülemediği olgularda alt özofagus motilitesinin azalmış olması, izole fistülü destekleyen bir başka radyolojik bulgudur. Izole TEF tanısında özofagoskopi veya bronkoskopi de yardımcıdır. Trakeaya verilen metilen mavisinin özofagusa geçmesi veya bunun tam tersi, fistülün varlığının işaretidir. Izole TEF tanısında, mide gaz odacığındaki oksijen miktarının ölçülmesi de diagnostiktir. Bu amaçla bebek, entübe edilip ve trakeal tüpün alt ucunun vokal kordların üzerinde kalmasına özen gösterilerek %100 oksijenle ventilasyona başlanır. N/G'den alınan gaz örneklerinde oksijen konsantrasyonunun yüksek bulunması anlamlı kabul edilir. Normal mide gazındaki oksijen oranı, %21-23 arasındadır.

AMELİYAT ÖNCESI HAZIRLIKLAR

Özofagus atrezisi ve TEF'lü bebeklerde, ameliyat öncesi hazırlıklar, ameliyat sonrasındaki yaşam şansı üzerinde oldukça etkilidir. Proksimal özofagial segmentte biriken orofarengeal salgılar ve tanı koyulmadan önceki dönemde verilen mamanın aspire edilmesi, pnömoni ve atelektaziye neden olur. Bu komplikasyonun önüne geçebilmek için, proksimal özofagus segmenti çift lümenli Replogle kateteri ile sürekli aspire edilmelidir. Tek lümenli sondalarla yapılacak aspirasyon, kateter ucunun mukozaya yapışarak zedeleyebilir. Distal fistülden geçerek mideyi dolduran hava, gastrik distansiyon ve gastroözofagial reflüye yol açar. Bu nedenlerle, akciğerlerde önceden kimyasal pnömoni, daha sonra da bakteriyel pnömoni ve atelektazi oluşur. Bebeğin solunumunu güçleştiren bir başka neden de, fistülden sindirim sistemine geçen havanın abdominal distansiyon getirerek diafragma üzerine bası yapmasıdır.
Solunumu şu ya da bu nedenle ileri derecede bozuk olan bebeklerin entübe edilmesi gerekebilir. Trakeal entübasyonda dikkat edilmesi gereken nokta, endotrakeal tüpün ucunun fistülün aşağısında yer almasıdır Tüpün ucu fistülün yukarısında kalmışsa, mekanik ventilasyon sırasında mideye geçen hava gastrik perforasyona neden olabilir veya akciğerlerin ventilasyonu bozabilir.
Pnömoni ameliyat için bir kontrendikasyon olarak kabul edilmese de akciğer fonksiyonlarının daha iyi hale getirilmesi amacıyla, ameliyatın bir süre ertelenmesinde yarar vardır. Özofagus atrezisinin cerrahi tedavisinin acil olmadığı kabul edilir ve anormal şartlar dışında gece yarısı ameliyatları önerilmez. Yani, özofagus atrezisinin tedavisi çok acil değildir, ancak gereksiz yere de zaman kaybedilmemelidir. Amaliyat öncesi hazırlıklar için 18-24 saat gibi bir süre genellikle yeterli olur.
Ameliyat öncesi hazırlık devresinin süresinin belirlenmesinde Waterson risk grupları da yol göstericidir. Waterson'a göre;

A GRUBU
B GRUBU
C GRUBU
Fulterm.
Doğum ağırlığı 2500 gr
B1 Doğum ağırlığı 1700-2500 gr arasındadır.
C1 Doğum ağırlığı 1800 gramın altındadır.
üzerindedir.
Ek anomali yoktur.
Ek anomalisi yoktur.
Akciğer sorunu minimaldir.
Ek anomalisi yoktur.
Akciğer sorunu minimaldir.
Akciğer sorunu minimaldir.
B2 Doğum ağırlığı 2500 gr üzerindedir.
C2 Doğum ağırlığı önemli değildir.

Minör ek anomaliler vardır.
Akciğer sorunu minimaldir.
Majör ek anomaliler vardır.
Akciğerle ilgili sorunlar şiddetlidir.

Başarılı bir sonuç için, Waterson sınıflamasında A grubuna giren bebeklerin hemen ameliyat edilmeleri (torakotomi + fistül onarımı + primer anastomoz), B grubundaki bebeklerin durumları düzeltildikten sonra ameliyat edilmeleri (delayed operation = gastrostomi + antibiotik + TPN + akciğer bakımı + pozisyon + 10 gün kadar sonra toraktomi + fistül onarımı + primer anastomoz) ve C grubundaki bebeklerinde evreli (staged) ameliyatlarla tedavi edilmesi gerektiği tavsiye edilir.
Ameliyat öncesi hazırlık döneminde bebeklerin, varsa sıvı elektrolit bozuklukları düzeltilmelidir. Böyle bir sorunu olmayan bebeklerde ise, verilecek sıvı miktarı sınırlı tutulmalıdır. Hasta bir inkübator içine alınmalı, ısıtılmalı, bol oksijen ve buhar verilmelidir. Bebek semi-Fowler pozisyonunda yatırılarak, mide içeriğinin regürgitasyonu önlenmeli ve proksimal özofagus da sık sık aspire edilmelidir. Trandelenburg pozisyonunda yatan bebekte trakeal sekresyonlarının atılımının daha kolay olduğu, buna karşılık gastroözofagial reflünün (GER) arttığı görülür. Semi-Fowler pozisyonunda ise GER azalır; buna karşılık trakeal sekresyonların atılımı güçleşir. Bu nedenle en doğrusu bebeğin zaman zaman düz, zaman zaman da semi-Fowler pozisyonunda yatırılmalıdır. Aynı zamanda, bebeğin pozisyonu her 30-45 dakikada sağ yan, sırtüstü ve sol yan olarak değiştirilmelidir. Bebek bu tedaviyle trakeo-bronşial salgılarını yeterince dışarı atamıyorsa, direkt laringoskopi ile trakeal aspirasyon yapılmalıdır. Nazofarengeal salgılardan kültür alınması, ameliyat sonrasında kullanılacak antibiotiklerin seçimini kolaylaştırır. GER ile akciğere dolan mide suyunun asiditesinin düşürülmesi amacıyla, IV cimetidine de önerilir.

CERRAHİ TEDAVİ

Leven ve Ladd'in ilk kez özofagus atrezili bir bebeği, evreli ameliyatlarla da olsa yaşatması ve Haight'in de 1941'de ilk primer anastomozu gerçekleştirmesini takibeden yıllar içindeki artan bilgi ve teknolojik gelişim sayesinde, anomalinin mortalitesi azalmıştır. Ancak, cerrahi tedavi ile ilgili olarak, gastrostomi yapılıp yapılmaması, anastomozun tipi, ameliyatın tek veya birden çok evreli olup olmaması, torakotominin transplevral veya ekstraplevral yapılıp yapılmaması konularındaki tartışmalar hala devam etmektedir.
Özofagus atrezisi ve TEF'ün cerrahi tedavisinde genel durumu iyi ve doğum kilosu normal olan ve ek anomalisi bulunmayan bebeklerde tercih edilmesi gereken ameliyat, fistül onarımı ve primer uç-uca anastomoz olmalıdır. C2 grubundaki bebekler dışında kalan tüm olgularda, bebek bu şansını ilk 24 saat içinde kullanmalıdır. Ameliyatın ekstra veya transplevral yoldan yapılması, cerrahın kendi deneyimine bağlıdır. Transplevral yaklaşımın üstünlüğü; daha iyi bir ekspojür sağlaması, ameliyat süresinin daha kısa olması, segmentler arasındaki mesafenin uzun olduğu durumlarda alt özofagusun diafragmaya kadar diseksiyona imkan vermesi ve anastomoz hattı üzerine mediastinal plevra yaprağının getirilebilmesine imkan vermesidir. Dezavantajı ise, anastomoz hattında sızıntı meydana geldiğinde olayın lokalize kalamayarak ampiyemle sonuçlanmasıdır.
Sağ posterolateral toraktomi ile 5 aralıktan ekstraplevral veya cerrahın tercihine göre transplevral olarak, göğüs boşluğuna girilir. Preoperatif dönemde akciğer gafisi veya diğer görüntüleme yöntemleri ile arkus aortanın sağdan döndüğünün tesbit edilmiş olduğu olgularda toraktominin soldan yapılması önerilir.
Maske ile indüksiyon yapılırsa, fistülden geçecek anestezik gazlar abdominal distansiyon yaparak diafragrama basısına yol açacağından, doğrudan trakeal entübasyon yapılmalıdır.
Ameliyattan önce, fistülün yerinin veya beklenmeyen bir proksimal fistülün de saptanabilmesi amacıyla rutin bronkoskopi yapılmasını önerenler vardır. Bronkoskopi sırasında tespit edilen fistülün içinden ince bir kateterin distal özofagus içine geçirilmesi de, toraktomide fistülün daha kolay bulunmasını sağlar.
Ekstraplevral yaklaşımda azygos veninin üst dalları bağlanırsa paryetal plevranın yırtılması önlenir. Arka mediastene ulaşıldığında, genellikle özofagusun her iki parçası da kolaylıkla görülür. Özofagusun distal parçası, vagus sinirinin medialinde aranmalıdır. Distal özofagus yukarı doğru takip edilerek trakeo-özofagial fistül bulunur ve onarılır. Fistül, genellikle karinanın 0.5 veya 1cm üzerinde yer alır. Fistül bağlanırken trakea duvarınında sütür hattı içine alınması trakeal stenoza, özofageal dokunun fazla bırakılması da divertiküle neden olur. Fistül bağlanıp kesildikten sonra, plevra veya perikard flebi çevrilmesi veya interkostal adeleden alınacak serbest bir adele greftinin yamanması rekürrensi azaltır.
Özofagusun servikal parçası, trunkus tiroservikalisin bir dalı olan inferior tiroidal arter tarafından kanlanır. Trakeal bifürkasyonun altında kalan torakal özofagus ise, torasik aorttan ayrılan ince ince özofagial arterlerle beslenir. Özofagusun bu kısmı, kanlanması en zayıf olan bölgedir aşırı mobilizasyonundan kaçınılmalıdır. Distal özofagus ise, arteriel kanını sol gastrik arter ve inferior frenik arterin oluşturduğu zengin bir pleksustan alır. Bu vasküler anatomi, özofagus atrezisinde distal özofagus segmentinin diseksiyonunda çok dikkatli davranılmasını gerektirir. Üst özofagial segment ne kadarmobilize edilirse edilsin dolaşım bozukluğu olmaz. Alt ve üst segmentler arasındaki mesafenin uzak olduğu olgularda, primer anastomoz, ancak bu segmentlerin mobilizasyonuyla mümkündür. Distal ve proksimal segmentler arasındaki mesafe 0.5-5 cm arasında ve genellikle de 1 cm civarındadır. Her iki segment arasındaki mesafenin fazla olduğu olgularda, önce üst segment mümkün olduğu kadar serbestleştirilir. Bu işlemle rahat bir anastomoz yapılması mümkün olmaktaysa, distal distal özofagusa hiç dokunulmamalıdır.
Primer anastomoz, her iki özofagus ucunun durumuna göre teleskopik anastomoz, tek sıra, uçyan veya proksimal parçadan aşağı çevrilecek bir flebin tübülarize edilmesiylede yapılabilir (şekil 4-7,8).
Aslında kullanılan anastomoz tekniği çokta önemli değildir. Özellikle distal özofagus segmentinin aşırı diseksiyonundan kaçınılması ve anastomoz hattına fazla sayıda sütür koyulmaması, düğümlerin dışarıda bırakılması daha doğrudur. Anastomoz sırasında, lümen içinde bir kateter bulundurulmalıdır.
İki özofagus ucu arasındaki uzaklığın rahat bir anastomoza imkan vermediği olgularda, primer anastomoz Livaditis özofagomyotomisi sayesinde gerçekleştirilebilir. Bu yöntemde, proksimal özofagusun adele tabakası bir veya birkaç yerden mukozaya kadar çepeçevre insize edilir (şekil 4-9). Livaditis yöntemiyle, proksimal özofagusun boyunda 2-2.5 cm'ye kadar artış elde edilebilir. Myotomi, proksimal özofagusun motilitesinde herhangi bir değişikliğe neden olmaz.
Evreli onarım fikri ilk kez 1962'de Holder tarafından ortaya atılmıştır. Bu amaçla önerilen yaklaşım, gastrostomi, fistülün bağlanıp kesilmesi; proksimal özofagusun sürekli aspirasyonu ve akciğer bakımıyla 8-10 gün sonra gecikmiş primer anastomoz yapılmasıdır (şekil 4-10). Aynı işlem, genel durumu iyi ancak segmentler arasındaki mesafenin uzun olduğu olgularda da uygulanabilir. Ancak bu olgularda anastomoz daha geç bir dönemde, yaklaşık 8-10 hafta sonra yapılır.
1965'te Howard ve Myers, fistülü bağlayıp kestikten sonra gastrostomi yapmış ve proksimal poşu 4-10 haftada bujilerle uzatmayı başarmışlardır. Tekrarlanan bujinaj proksimal özofagus mukozasını irrite ettiğinden, sekresyon artmakta ve bu durum kör poş içindeki bakteriyel proliferasyonu, bu da gecikmiş primer anastomoz yapıldığında mediastinal enfeksiyon riskini arttırmaktadır. Bujinajın bu tür sakıncaları yanında, proksimal özofagus segmentinin hiçbirşey yapılmadan da uzadığı ve gecikmiş primer anastomoza imkan verdiği gösterilmiştir.
Özofagus segmentlerinin birbirine yaklaştırılmasının bir yolu da, Rehbein tarafından tanımlanmış ve hemen ardından başkaları tarafından da denenmiş olan "thread and olive" tekniğidir.
Hardy Hendren tarafından tanımlanmış olan elektromanyetik bujinaj yöntemi de, aynı amacı güden bir başka ilginç yöntemdir.
Sonuçta kolon, jejunum veya midenin interpozisyonunun yapılmasının gerekli olduğu olgular vardır. Özellikle izole özofagus atrezilerde, distal özofagus genellikle anastomoza imkan vermeyecek kadar kısadır. Bu olgularda, primer anastomoz ancak midenin toraks boşluğuna mobilize edilmesiyle mümkün olur.
İzole TEF olgularında, fistülün seviyesi diğer tip TEF'lere nazaran daha yukardadır. Bu tip fistüller, genellikle klaviküla seviyesinde yer alır. Bu nedenle, izole fistüllerde cerrahi girişimin her zaman boyundan yapılması önerilir. Fistülün trakeal ucu özofageal ucundan daha yüksektedir. Bu nedenle aslında fistül H şeklinde değil ters N şeklindedir. Fistülün klaviküla hizasında yer aldığı olgularda servikal girişim, daha aşağıda bulunduğu olgularda ise sağ torakotomi tavsiye edilir. Servikal girişim, geçici vokal kord paralizi, frenik sinir travması, pnömotoraks, özofagokütanöz fistül, trakeal ödem gibi bazı komplikasyonlara yol açabilir.
Aynı anda proksimal ve distal fistülü olan hastalarda, ameliyat koşulları ve bebeğin genel durumu iyiyse her iki fistülün de aynı seansta kapatılması uygundur. Aksi takdirde, distal fistül onarımı ve primer anastomoz yapılmalı; 7-10 gün sonra da servikal girişimle proksimal fistül kapatılmalıdır.
Ekstraplevral yaklaşımlarda plevra diseksiyon sırasında açılmadığı takdirde ameliyat bitiminde göğüs tüpü takılması şart değildir. Sadece mediastinal bir penröz dren yerleştirilmesi yeterlidir.

AMELİYAT SONRASI BAKIM

Ameliyat sonrasında, bebeğin solunumu yeterli ve kan gazı değerleri de normal sınırlar içindeyse hastanın ekstübe edilmesi mümkündür. Bebek, %35-40 oksijen ve %100 nem içeren bir ortamda bulunmalıdır. Kan gazı değerlerinin hipoksik bulgular sahip olduğu olgulara, bu değerler düzelene kadar mekanik vantilasyonla solunum desteği verilmesi şarttır. Bebek kliniğe geldiğinde hemen bir akciğer grafisi çekilmeli ve ilk 4-5 gün içinde her gün bu grafi tekrarlanmalıdır.
Ameliyat sonraki dönemdeki en önemli iki sorun, akciğer komplikasyonları ve anastomoz kaçağıdır. Bebeğin ameliyat sonrasında, sürekli olarak aynı pozisyonda yatırılması akciğerde atelektaziye neden olur. Bu nedenle, semi-Fowler pozisyonunda tutulan bebek, her yarım saatte bir sağ ve sol yanına çevrilmelidir. Pnömoninin veya atelektazinin bulunduğu hemitoraks daha uzun süre üstte kalmalıdır.
Ameliyat sonrasında sık sık nazofarengeal aspirasyonlar yapılmalıdır. Ancak aspirasyon için kullanılacak kateterin fazlaca ilerletilerek anastomoz hattına zarar vermemesi için de kateter 7-8 cm civarından işaretlenmelidir.Nazofarenks aspirasyonları yanında trakeal salgıların da temizlenmesi gerekir. Bu amaçla, günde en az iki kez direk laringoskopi eşliğinde trakeal aspirasyon yapılmalıdır. Salgıları yumuşatmak amacıyla, gerektiğinde bebek entübe edilerek, serum fizyolojikle trankeo-bronşial ağaç yıkanmalıdır. Ameliyat öncesinde başlamış olan geniş spektrumlu antibiotiklere devam edilmeli, elde edilen kültür sonuçlarına göre gerekli ilaç değişiklikleri yapılmalıdır.
Hastaların sıvı ihtiyaçları özenle tespit edilmeli ve daima kuru tarafta kalınmaya özen gösterilmelidir. Ameliyat öncesinde başlanan TPN'a, bebek oral yoldan yeterli bir şekilde beslenene kadar devam edilmelidir.
Göğüs tüpündeki ossilasyonun, ilk 24 saatten sonra durması beklenir. Anastomoz kaçağı olasılığına karşılık, tüpün 4-5. günden daha erken çekilmesi önerilmez.
Genel durumu iyi olan bebekler, post-operatif 2-3 günlerde N/G yoluyla beslenmeye başlanabilir. Sıklıkla olduğu gibi, yanlışlıkla çıkmadığı takdirde 6-7 günlerde N/G çıkarılır ve dilüe bir opak maddeyle özofagografi çekilir. Kaçak yoksa yavaş yavaş oral beslenmeye geçilir. Başlangıçta, anastomoz hattındaki ödem ve yetersiz özofagus peristalizmi nedeniyle bebeklerin zor yutabilecekleri unutulmamalıdır.


KOMPLİKASYONLAR
Anastomoz Sızdırması
Ameliyatın en belirgin komplikasyonu, anastomoz kaçağı ve darlıktır. Anastomoz kaçakları genellikle postoperatif 3-6 günler arasında görülür. Zaten bu nedenle, göğüs tüpünün veya mediastinal penröz drenin, en erken posoperatif 4-5 günlere kadar yerinde tutulması önerilir. Anastomoz kaçağının nedenleri arasında, anastomoz hattındaki gerginlik veya özofagusun aşırı mobilizasyonuna bağlı dolaşım bozukluğu, enfeksiyon, teknik hatalar ve travmatik maniplasyon sayılabilir.
Anastomoz kaçağının ilk klinik belirtileri; takipne, taşikardi, ateş ve bebeğin aktivitesinin azalmasıdır. Ekstrapevral olarak yapılmış ameliyatlarda, hiçbir klinik belirti olmayabilir. Mediastinal penröz dreni veya göğüs tüpü olan bebeklerde anastomozun sızdırdığı, birçok olguda ancak tükrüğün dren yoluyla dışarı gelmesi üzerine farkedilir. Bu durumda, göğüs tüpünün küçük miktarda serum fizyolojikle irrige edilmesi ve düşük basınçlı devamlı aspirasyon yapılması tükrüğün plevral boşluğa yayılmasını önler ve bir fistül traktının oluşmasını sağlar. Mediastinal dreni olmayan hastalarda ise, kaçağın yegane belirtisi postoperatif dönemde çekilen rutin akciğer grafilerinde sıvı gaz seviyelerinin görülmesidir. Bu bebeklere 1-2 cc opak madde içirilmesiyle, kaçak daha da iyi tanımlanır. Mediastinal dreni olmayan bebeklerde insizyondan birkaç dikişin alınması ve insizyonun altına bir penröz drenin itilmesi drenajı kolaylaştırır. Kaçak farkedilir edilmez gastrostomi yapılması ve gastrostominin serbest drenaja bırakılması gerekir. Ekstraplevral toraktomi yapılmış bebeklerde, anastomoz kaçağının 2-3 hafta içinde iyileştiği görülür. Ancak sızıntı küçük de olsa, meydana gelen inflamasyon daha sonra darlığa neden olacaktır.
Transplevral yapılmış anastomoz kaçaklarının prognozu daha kötüdür. Plevral boşluğa geçen tükrük, kısa zamanda hidropnömotoraksa ve daha sonra da ampiyeme yol açar. Bu bebeklerde, klinik semptomlar daha şiddetlidir. Anastomoz kaçağı tesbit edilir edilmez gastrostomi ve gerekirse servikal özofagostomi yapılması, reanastomoz girişiminden daha uygundur.
Anastomoz kaçağı insidansı; teleskopik anastomozda %10.5, çift tabaka uçuca anastomozda %14.6 ve tek sıra anastomozda da %21.4'dür. Geniş serilerde anastomoz kaçağına bağlı mortalitenin ekstrapevral olgularda %40 civarında, transplevral olgularda ise %63 olduğu görülür.
Anastomoz Darlığı
Anastomoz hattında gerginliğin bulunmadığı anastomozlar da dahil olmak üzere, hemen tüm olgularda anastomoz hattında değişik derecelerde darlıkla karşılaşılır. Bu nedenle, postoperatif 7. günde özofagografi çekilmesi ve bebek semptomatik olsun veya olmasın, ikinci hafta sonunda en az bir kez Fogarty balonu ile özofagial dilatasyon yapılması önerilir. Anastomoz hattının daralmasının çeşitli nedenleri vardır. Bunlar, iskemi, anastomoz sızdırmasına bağlı inflamasyon, travmatik cerrahi teknik, anastomoz hattının gastro-özofagial reflü ile irritasyonu ve anastomoz yapılırken gereğinden fazla sayıda absorbe olmayan sütür materyalinin kullanılmış olmasıdır.
Anastomoz darlığı sıklığının, çeşitli yayınlar gözden geçirildiğinde %18-45 arasında değiştiği görülür. Darlığın ilk belirtisi yutma güçlüğüdür. Anastomoz hattından, postoperatif 3 haftada en azından 8 numara bir nelaton sonda geçebilmelidir. Darlığın tesbit edilmesi halinde yapılacak tedavi, antegrad dilatasyondan ibarettir. Genellikle, birkaç dilatasyon yeterli olur (şekil 4-12). Bu yeterli olmadığı takdirde, gastrostomi açılarak retrograd dilatasyonlar denenmelidir. Tek tabaka olarak yapılmış anastomozlar, darlığa en az neden olan ve oluştuğu takdirde de dilatasyona en iyi cevap veren anastomozlardır. Darlığa en sık teleskopik anastomozlarda rastlanır ve bu darlıklar dilatasyona da her zaman iyi cevap vermez. Geniş serilerin incelenmesi sonucu, teleskopik anastomozlarda darlık insidansının %27, iki sıralı anastomozda da %25 ve tek sıralı anastomozlarda da %18 olduğu görülmüştür.
Sulamaa tarafından önerilen fistül ligasyonu ve uç yan anastomozda ise, hiç darlık olmadığı belirtilir. Buna karşılık Sulamaa tekniğinde de rekürrent TEF insidansı yüksektir.
Gastro-Özofagial Reflü
Ameliyat sonrasında, 24 saatlik özofagus pH monitorizasyonu yapılan bebeklerin yaklaşık 2/3'ünde 6 yaş civarına kadar devam eden gastro-özofagial reflü saptanmıştır. Ancak, bu çocukların sadece %25'i klinik semptomlara sahiptir. Reflünün sebep olacağı aspirasyon pnömonisi, özofagit gibi komplikasyonlar yanında, GER'nün anastomoz hattındaki striktürede neden olduğu bildirilmiştir. Bu nedenle, anastomotik striktürlerin GER'e sekonder olduğu düşünülen hastalarda antireflü ameliyatlarının yapılması önerilir.
Rekürrent TEF
Trakea-özofagial fistülün yeniden oluşmasındaki en önemli etkenin, anastomoz kaçağı sırasındaki inflamasyon olduğu düşünülür. Bu nedenle, anastomoz sızıntısı olan hastalarda rekürrent fistüllerin oluşabileceği unutulmamalıdır. Rekürrent fistül insidansı %5-15 arasındadır.
Bebekler beslenmeyi takiben öksürür ve siyanoza girer. Tedaviye cevap vermeyen pnömoniler olur. Semptomların şiddeti, fistülün çapıyla yakından ilgilidir. Çocuğun ağlaması, ıkınması ve öksürmesi ile havanın trakeadan sindirim sistemine geçmesi ile abdominal distansiyon da olur.
Rekürrent fistül onarımı çocuğun genel durumu izin verdiği ölçüde geciktirilir. Sekonder fistüller, transplevral yaklaşımla onarılır.
Aperistaltik Distal Özofagus
Post-operatif dönemdeki disfajinin nedeni, her zaman anastomoz hattındaki darlık değildir. Özofagografide, anastomoz genişliğinin yeterli olduğu, proksimal özofagusta önemli bir dilatasyonun olmadığı, radyo opak maddenin alt özofagusta takıldığı ve mideye gravite yardımıyla indiği ve distal özofagustaki peristatik dalgaların minimal seviyede olduğu görülür. Bebekler daha çok katı gıdaları yutamazlar. Olguların %15'inde anastomoz hattındaki düzensizliğe veya relatif darlığa bağlı olarak katı gıdaların özofagus içinde takıldığı görülür. Bu çocukların, dik beslenmesi ve beslenmenin ardından da bebeğin bir süre daha dik tutulması gerekir.
Akciğer Komplikasyonları
Olguların yarısından çoğunda değişik şiddet ve türde akciğer komplikasyonlarıyla karşılaşılır. Özenli postoperatif bakıma rağmen bu komplikasyonlara bağlı ölümler ilk sırayı alır.

SONUÇLAR
Özofagus atrezisindeki ölüm nedenleri sıklık sırasına göre akciğer komplikasyonları, ek anomaliler ve anastomoz kaçağıdır.
Bebek ne kadar erken dönemde semptomatik hale gelirse, prognoz o kadar kötüdür. En yüksek yaşam şansına, grup A'da yer alan bebekler sahiptir. Bu bebeklerin, hemen tamamına yakını bir süre yutma güçlüğü çekseler veya gastroözofagial reflü ile ilgili sorunlara sahip olsalar da yaşamaktadır. En kötü prognoz, grup C'de yer alan bebeklerdedir.
Özofagus atrezili bebeklerin, erken post-operatif dönemi atlatmaları sorunlarının tümüyle sona erdiği anlamına gelmez. Bu bebeklerin 2-3 ay ile 2-3 yıl kadar süreyle havlar tarzda öksürürler ve asıl neden trakeomalaziye Bağlıdır. Öksürük çocuğun büyümesi ve trakeal kıkırdakların sertleşmesiyle zamanla kaybolmaktadır.
Diğer bir sorun, anastomoz hattındaki darlık veya distül özofagustaki aperistaltizm nedeniyle değişik derecelerde yutma güçlüğü ile karşılaşılabilmesidir. Bu nedenle, katı gıdalara daha geç başlanmalı ve uzun süre büyük lokma verilmesinden kaçınılmalıdır.
Bu sorunlara rağmen, özofagus atrezisi nedeniyle ameliyat edilmiş olan bebeklerin fizik gelişimi normal değerler arasındadır.

9. ÖZET VE DEĞERLENDİRME :

Özofagus atrezisi ve TEF anomali insidansının 3000 canlı doğumda bir olduğu kabul edilir. Özofagus atrezisinde, prematürite ve polihidramnioz insidansı yüksektir. Ek anomali insidansı özofagus atrezili bebeklerde %30-60 arasında değişir. Özofagus atrezisiyle birlikte kardiovasküler, gastrointestinal, genitoüriner ve iskelet sistemine ait anomaliler sık görülür.
En sık görülen tipi, özofagus atrezisi + distal TEF'tir (%87).
İlk semptom ağız ve burundan, yutulamayan tükrük salgısının köpük halinde dışarı gelmesidir. Verilen besini yutamayan bebek, bunu dışarı çıkaracak ve bu sırada da aspirasyona bağlı olarak öksürecek veya siyanoza girecektir.


Distal TEF'in bulunduğu olgularda, karında mideye geçen hava nedeniyle distansiyon varken, izole özofagus atrezilerinde ve poksimal fistülü olan bebeklerde karın çöküktür.
Bebeğin ağzı veya burnu yoluyla mideye ilerletilmeye çalışılan radyoopak bir kateterin, üst alveollere 9-11 cm veya burun deliklerine 9-13 cm mesafede takılıyor olması ve daha fazla ilerletilememesi atrezinin varlığını kesinleştirir. Kontrast maddeyle yapılacak bir radyolojik çalışma proksimal özofagusun seviyesi hakkında daha güvenilir bilgilerin elde edilmesini sağlar.
Özofagus atrezisi ve TEF'lü bebeklerde, ameliyat öncesi hazırlıklar, ameliyat sonrasındaki yaşam şansı üzerinde oldukça etkilidir. Proksimal özofagus segmenti çift lümenli Replogle kateteri ile sürekli aspire edilmelidir.
Waterson sınıflamasında A grubuna giren bebeklerin hemen ameliyat edilmeleri, B grubundaki bebeklerin durumları düzeltildikten sonra ve C grubundaki bebeklerinde evreli (staged) ameliyatlarla tedavi edilmesi önerilmektedir.
Özofagus atrezisi ve TEF'ün cerrahi tedavisinde genel durumu iyi ve doğum kilosu normal ve ek anomalisi bulunmayan bebeklerde fistül onarımı ve primer uç-uca anastomoz tercih edilen ameliyattır. Ameliyatın ekstra veya transplevral yoldan yapılması, cerrahın kendi deneyimine bağlıdır.
Ameliyatın en belirgin komplikasyonu, anastomoz kaçağı ve darlıktır. Ölüm nedenleri sıklık sırasına göre akciğer komplikasyonları, ek anomaliler ve anastomoz kaçağıdır.
Ebates Coupons and Cash Back