6 Temmuz 2011 Çarşamba

ADLİ TIP Ders Notları - 18

18. ADLİ PSİKİYATRİ




Bir hukuki işlem sırasında ya da suç işleme anında veya sonrasında kişilerin irade, şuur ve harekat serbestisi içinde olayları tüm yönleriyle değerlendirip sağlıklı sonuçlara varabilme yeteneklerinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi, ceza ve hukuk davalarında büyük öneme sahiptir. Bu konular, Adli Tıp ve Psikiyatri bilgilerinin birlikte kullanıldığı Adli Psikiyatri’nin temel uğraş alanını oluşturur.

Adli Psikiyatri incelemelerinde öncelikle değerlendirilmesi ve öğrenilmesi gereken hususlar;



Kişinin:

1. Biyo-psiko-sosyal gelişimi,

2. Ruhsal sağlık ve durumu (olay sırasındaki ruhsal durumu, eylemi değerlendirme şekli, olay öncesi, sonrası tutum ve davranışları),

3. Tıbbi ve kriminal geçmişi,

4. Karıştığı olayın mahiyeti ve koşullarıdır.



Akıl ve ruh sağlığının değerlendirilmesi bir uzmanlık gerektirmekle birlikte, bazen olayın tanık bilirkişi olarak, bazen de zorunluluklar karşısında pratisyen hekim bu konularda bilirkişi olarak görevlendirilebilir. Bununla birlikte dikkatli ve eksiksiz bir psikiyatrik muayene yapan hekim kesin bir hükme varmak yerine bulgularını kayda geçirip uzman görüşü alınmasını istediğinde adli görevini yapmış ve adaletin sağlıklı işlemesine yardımcı olmuş olacaktır.

Psikiyatrik muayenede; bilinç, duygu, düşünce, motor fonksiyonlar, algı, bellek, zeka, konuşma, içgörüş ve gerçeği değerlendirme gibi temel komponentler mutlaka değerlendirilmelidir.

Yapılacak psikiyatrik muayene mutlaka; kişinin olay öncesi, sırası ve sonrasındaki ruhsal durumu ve yapmış olduğu eylemler, olayı ne amaçla ve nasıl işlediği şeklindeki bilgilerle bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Olaya ait bilgiler olmadan bir karara varmak hatalı olacaktır.



Ceza Sorumluluğu: İşlenen bir suça karşı verilen ceza ile amaçlanan kişinin rehabilitasyonu ve potansiyel suçluların caydırılmasıdır. Ancak bu amaca ulaşılabilmesi için yani suç işleyen kişinin cezalandırılmasından toplumsal bir kazanç elde edilebilmesi için; şahıs:

a.Yaş ve ruhsal-zihinsel-bedensel olgunluk bakımından belli bir düzeye ulaşmış olmalı,

b.Yaptığı eylemin anlamını, doğuracağı sonuçları ve bunların toplum değer yargılarından farkını bilmelidir.

c.Eylemi gerçekleştirdiği anda şuur-irade ve harekat serbestisine sahip olmalıdır.

d.Kendisine uygulanacak ceza ve infazından olumlu dersler çıkarabilmelidir.



Bu şartların varlığı kişinin ceza sorumluluğunun tam olduğunu gösterir. Yasalarımıza göre ceza sorumluluğu; yaş küçüklüğü (biyo-psiko-sosyal gelişimin tamamlanmadığı dönem) ve akıl ve ruh sağlığı bozukluklarında kısmen ya da tamamen yok kabul edilmektedir.



Yaş küçüklüğü

TCK MADDE 31.

(1) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.

(2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiili algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde dokuz yıldan oniki yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde yedi yıldan dokuz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte ikisi indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası altı yıldan fazla olamaz.

(3) Fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde ondört yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde dokuz yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası sekiz yıldan fazla olamaz.



Madde Gerekçesi: Kişinin, fiziksel gelişimine paralel olarak, toplumun değer yargılarını, bunların anlam ve içeriğini algılama yeteneği gelişmekte¬dir. Yine bu gelişim sürecinde algılama yeteneğinin yanı sıra, ayrıca top¬lumdaki ölçü davranış kurallarının gerekleri doğrultusunda hareketlerini yönlendirebilme (irade) yeteneği de gelişmektedir.

Suç oluşturan fiili işlediği sırada henüz oniki yaşını bitirmemiş olan çocukların ceza sorumluluğu bulunmamaktadır. Fiili işlediği sırada henüz oniki yaşını bitirmemiş olması, çocuk açısından kusurluluğu mutlak surette ortadan kaldıran bir neden olarak kabul edilmiştir.

İzlenen suç ve ceza politikasının gereği olarak, bu gruba giren yaş kü¬çüklerinin ceza sorumluluğunun olmadığı normatif olarak kabul edilmiştir. Çünkü, bu çocuklar hakkında ceza yaptırımının uygulanması, cezanın özel önleme ve yeniden topluma kazandırma işlevi bakımından tamamen ters etki gösterecektir. Hatta, bu çocuklarla ilgili olarak ceza kovuşturmasına ilişkin işlemlerin yapılması, psikolojik gelişimleri üzerinde olumsuz etkiler mey¬dana getirebilmektedir. Bu nedenle, suç yoluna sürüklenmiş olan bu çocuk¬larla ilgili olarak, sadece koruyucu ve eğitici nitelikte olan güvenlik tedbirle¬rine başvurulabilir.

Çocukluktan gençliğe geçiş sürecinde bulunan oniki yaşını doldurmuş ve fakat henüz onbeş yaşını tamamlamamış kişiler, genellikle işlediği fiilin bir haksızlık oluşturduğunun bilincinde olmakla beraber, bazı durumlarda fiili işlemekten kendini alıkoyamamakta ve bazı davranışlar açısından irade¬sine yeterince hâkim olamamaktadır. Bu nedenle, suç oluşturan bir fiili işle¬diği sırada oniki yaşını bitirmiş olup da henüz onbeş yaşını bitirmemiş olan kişilerin, işlediği suç açısından davranışlarını yönlendirebilme yeteneğine sahip olduğunun belirlenmesi hâlinde, ceza sorumluluğunun olduğu kabul edilmiştir.

Bu grup yaş küçüklerinin ceza sorumluluğunun olup olmadığı, çocuk hâkimi tarafından tespit edilir. Ancak, bu belirlemeden önce, yaş küçüğünün içinde bulunduğu aile koşulları, sosyal ve ekonomik koşullar ile psikolojik ve eğitim durumu hakkında uzman kişilerce rapor hazırlanması istenir. Ço¬cuk hâkimi, hazırlanan bu raporları, ceza sorumluluğunun belirlenmesiyle ilgili olarak yapacağı değerlendirmede dikkate alır.

Kusur yeteneği bulunmayan yaş küçüğü hakkında ceza tertibine yer olmadığına karar verilir. Ancak, bu kişiler hakkında koruyucu, eğitici ve yeniden topluma kazandırıcı nitelikte güvenlik tedbirlerine hükmedilir.

Çocuk hâkimi, işlediği suç açısından ceza sorumluluğunun olduğunu kabul ettiği yaş küçüğü hakkında ise kural olarak indirilmiş cezaya hükme¬decektir.

Fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş ve fakat henüz onsekiz ya¬şını tamamlamamış gençler, normal koşullarda, gerçekleştirdikleri davra¬nışların hukukî anlam ve sonuçlarını kavrama yeteneğine sahip olmakla bir¬likte; bu kişilerin, davranışlarını yönlendirme yetenekleri yeterince geliş-memiş olabilmektedir. Bu nedenle, suç yoluna girmiş olan gençlerin, işle¬dikleri suçlar bağlamında irade yeteneğinin zayıf olduğu normatif olarak kabul edilmiştir. Azalmış kusur yeteneğine sahip bulunan gençler hakkında kural olarak indirilmiş cezaya hükmedilir.





Sağır ve dilsizlik

TCK. MADDE 33.

Bu Kanunun, fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocuklara ilişkin hükümleri, onbeş yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında; oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlara ilişkin hükümleri, onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olanlara ilişkin hükümleri, onsekiz yaşını doldurmuş olup da yirmibir yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında da uygulanır.



Madde Gerekçesi: İşitme yeteneğine doğuştan sahip olmayan veya küçük yaşta bu yeteneği tamamen yitiren insanın algılama yeteneği yeterince ge¬lişmez.

Sağır ve dilsizin ceza sorumluluğunun belirlenmesinde, suç oluşturan fiili işlediği sıradaki yaşı, ölçü alınmıştır. Böylece, sağır ve dilsizlerle ilgili olarak, yaş küçüklerinin sorumluluk rejimine paralel bir düzenleme yapıl¬mıştır. Ancak, sağır ve dilsizlerin algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği daha geç gelişebileceği düşüncesiyle, ayrı bir yaş grubu sınıflan¬dırması yapılmıştır.

Fiili işlediği sırada yirmibir yaşını doldurmuş olan sağır ve dilsizler açısından yaşın ceza sorumluluğu üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı kabul edilmiştir. Ancak, bu kişilerin işledikleri fiil açısından algılama veya irade yeteneğinin olup olmadığı yönünde ortaya çıkabilecek sorunla ilgili olarak, akıl hastalarına ilişkin sorumluluk rejiminin göz önünde bulundu¬rulması gerekmektedir.



Akıl Hastalığı ve Zayıflıklarında Ceza Sorumluluğu



Yasalarımız; kişinin suç işlediği sırada herhangi bir akıl hastalığı ya da akıl zayıflığı bulunması durumunda hastalığın şuur ve hareket serbestisine etkisi oranında ceza sorumluluğunu azaltmakta veya ortadan kaldırmaktadır.



Akıl Hastalığı

TCK. MADDE 32.

(1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.

(2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.



Madde Gerekçesi: Kusur yeteneğini etkileyen bir neden olan akıl hastalı¬ğının varlığı durumunda, kişi işlemiş bulunduğu fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamamakta veya işlediği fiille ilgili olarak irade yeteneği önemli öl¬çüde etkilenmektedir. Kişi bu durumda kusurlu olamayacağından, hakkında cezaya hükmedilemeyecektir. Ancak, fiili hukuka aykırı niteliğe sahip oldu¬ğundan, kişi hakkında akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerine başvurula¬caktır.

Ayrıca işaret etmek gerekir ki, akıl hastalığı kişinin işlediği her fiil açısından algılama veya irade yeteneği üzerinde etkili olmayabilir. Örneğin, kleptomani akıl hastası olan kişinin hafif değerdeki şeylere yönelik olarak işlediği hırsızlık suçu açısından irade yeteneğinin olmadığı söylenebilir. Ancak, bu kişinin kasten adam öldürme suçunu işlemesi durumunda, malûl olduğu akıl hastalığı bu fiille ilgili olarak algılama ya da irade yeteneğini etkilemez.

Kişinin akıl hastası olup olmadığının tespiti ile hastalığının algılama ve irade yeteneği üzerinde ne gibi etkilerinin olabileceğini, davranışlarını ne surette etkilediğini genel olarak belirleme, tıbbî bir konudur. Uzman bilirkişi bu hususu ortaya koyduktan sonra, akıl hastası olan kişinin somut olay açı-sından algılama veya irade yeteneğinin olup olmadığını, akıl hastalığının somut olay açısından kişinin bu yeteneklerini ne ölçüde etkilediğini normatif olarak belirleme görevi, hâkime aittir.

Psikotik bozukluklar, şizofreni, paranoid bozukluklar, affektif bozukluklar, organik beyin sendromu, demans, ileri derecede zeka gerilikleri, ceza sorumluluğunun kalkmasına yol açan psikiyatrik tablolardır. Suç işlediği sırada bu hastalıklara sahip olan daha doğrusu bu hastalıkların suçu işlemesinde etken olan şahısların ceza sorumluluğu yoktur. Toplum güvenliği açısından bir akıl hastalıkları hastanesinde muhafaza ve tedavi altına alınırlar. Bireyin toplum ve kendisi için tehlike oluşturmaksızın kendi başına yaşayabilecek duruma gelebilmesi, sosyal uyumun gerçekleşmesi, sosyal şifa olarak değerlendirilir. Koruma ve tedavi altındaki kişi sağlık kurumunca şifa bulduğuna dair verilecek rapor üzerine serbest bırakılır. Raporda kişinin kontrolünün gerekip gerekmediği ve süreleri belirtilir.

Psikozların daha hafif dereceleri, ağır nörotik bozukluklar, ağır kişilik bozuklukları, alkolizm ve ileri derecede fobiler, ağır stress reaksiyonları, embesilitenin üzerindeki zeka geriliklerinde şahısların ceza sorumluluklarının tam olmadığı kabul edilir. Sorumluluğun ileri derecede yetersiz olması şeklinde yapılan bu nitelemeye göre cezası indirilir. İnfazdan sonra muhafaza ve tedavi altına alınmazlar.

Şuur ve harekat serbestisini (bilinç ve eylem özgürlüğü) ortadan kaldıran ancak akıl hastalığı ve akıl zayıflığı olarak adlandırılmayan psikiyatri dışı çeşitli tıbbi tablolarda, epilepsi krizi, üremi veya diabet koması, hipertermi, entoksikasyonlar nedeniyle oluşan bilinç bozukluklarında kişilerin cezai sorumlulukları ortadan kalkar veya azalır.



Geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma

TCK. MADDE 34.

(1) Geçici bir nedenle ya da irade dışı alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez.

(2) İradî olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde suç işleyen kişi hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.



Madde gerekçesi: Kişi, gerçekleştirdiği davranışın hukukî anlam ve so¬nuçlarını algılama veya davranışlarını yönlendirme yeteneğini etkileyen bir nedenin etkisine bilinci olmaksızın veya iradesi dışında girmiş olabilir. Ör¬neğin, kimyasal madde üretiminin yapıldığı bir tesiste çalışan kişiler, kimya¬sal maddelerden yayılan kokunun etkisinde kalarak, geçici bir süre algılama ve irade yeteneğini tümüyle yitirmiş olabilir. Bu gibi durumunda, kusur ye¬teneğinin olduğundan söz edilemez.

Yine yatağında bebeğini emzirdiği sırada uykuya dalan anne, uyku¬dayken bebeğin havasızlıktan dolayı ölümüne neden olabilir. Bu durumda ölüm olayının gerçekleştiği anda anneye izafe edilecek bir fiil bulunma¬maktadır. Yani, uyku hâlinde iken kişi hareket yeteneğini yitirmektedir. An¬cak, annenin bu ölüm neticesinden dolayı sorumluluğunu belirlerken, uyku hâlindeki davranışlarını değil, uykuya geçmeden önceki dönemde gerçek¬leştirdiği davranışları göz önünde bulundurmak gerekir. Anne, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı olarak, emzirmek üzere bebeğini yatağına almış ve bu esnada uyuya kalmıştır. Aynı şekilde, hipnotik telkin altına girmiş olan kişinin de bu hâldeyken hareket yeteneğinin varlığından söz edilemez.

Kişi, alkol veya uyuşturucu madde almak kastıyla hareket etmemesine rağmen, yanılarak bu maddeleri almış olabileceği gibi, alkol veya uyuştu¬rucu madde almaya zorlanmış da olabilir. Gerek bilmeyerek gerek zorla alınan alkol veya uyuşturucu maddenin etkisindeyken işlenen suç açısından kişinin kusur yeteneği bulunmamaktadır. Ancak, belirtmek gerekir ki, geçici bir neden olarak istemeyerek alkol veya uyuşturucu madde alınması dolayı¬sıyla failin taksirinin dahi olmaması gerekir.

Kişinin algılama yeteneğini etkileyen sistemik hastalıkları da geçici neden olarak kabul etmek gerekir. Örneğin diyabet, gebelik sonrası ortaya çıkan psikozlar ve üremi gibi hastalıklar, kişinin algılama yeteneğini ortadan kaldırabilmektedir.

Kişi, önceden kararlaştırdığı suçu işlemeye başlamadan önce, isteye¬rek alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde alabilir. Keza, kişi herhangi bir suç işlemeyi kastetmediği hâlde, isteyerek alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde almış ve bu maddelerin etkisinde iken bir suç işlemiş olabilir. Bu durumlarda, işlediği suç açısından kişinin kusur yeteneğinin var olduğu kabul edilir.



Kişinin istemli olarak alkol veya uyuşturucu alması ceza sorumluluğunu hiçbir şekilde etkilemez. Bu maddelerin alınmasında şahsın hiçbir etkisi yoksa arızi sebep kabul edilebilir. Alkol ve madde bağımlısı olanların alkol ve madde etkisiyle şuur ve harekat serbestileri bozulmuşsa ceza sorumluluğu azalmış veya ortadan kalkmış olabilir.

Her ne kadar ceza sorumluluğunun saptanması uzmanlık gerektirse de, remisyon-alevlenmelerle seyreden hastalıklarda ve bazen de olay sonrası ilk bulguların değerlendirilmesinde pratisyen hekimce yapılacak psikiyatrik muayene bulguları çok kıymetlidir.



Medeni Hukukla İlgili Adli Psikiyatrik Kavramlar

TMK’na göre bir çocuk sağ doğmak kaydıyla, anne karnına düştüğü andan itibaren medeni haklardan yararlanır.

Medeni haklardan yararlanma, pasif ve statik bir hak olup herkes eşit olarak bundan yararlanır (miras hakkı gibi). Medeni hakları kullanma hakkı ise aktif bir hak olup bu hakkın kullanılması özel yasa ve koşullara bağlıdır. TMK’na göre aklı başında ve reşit olan herkes medeni haklarını kullanmaya yetkilidir (medeni hakları kullanmaya örnek olarak ‘evlenme, alım satım işleri, vasiyet düzenleme, bağış yapma, taahhüde girme’ gösterilebilir. Aklı başında olmayanlar, küçükler ve başkasının idaresinde bulunanlar medeni haklarını kullanmaktan yoksundur. Bu durumda, kişilerin medeni haklarını kullanma sorumlulukları mahkemelerce ellerinden alınarak bir kişiye bırakılır (vesayet). Medeni haklarını kullanmalarını engelleyen ancak bu hakkın kaldırılmasını gerektirmeyen çeşitli durumlarda kişinin talebi üzerine, işlerin görülmesi için mahkemece bir kişi görevlendirilebilir (kayyum).

TMK’na göre 18 yaşını bitirenler reşit kabul edilir. 18 yaşının bitiminden önce ise çocuklar anne, baba, yakın akraba ya da yakın birisinin idaresinde olmalıdır (velayet). Bazı özel durumlarda ise (evlenme gibi) kişi 18 yaşından önce de reşit sayılabilir (erken rüşt). Sonradan boşansa bile evlenme kişiyi reşit kılar. Ayrıca; 15 yaşını bitiren küçüğün kendi isteği, veli ya da vasisinin onayı ile mahkeme tarafından bir işi yapmaya yetkili sayılabilir (kazai rüşt). 18 yaşının bitiminde çocuk üzerinde velisinin ya da vasisinin denetimi kaldırılır.

Medeni haklardan yararlanma ve kullanma ehliyeti ölüm ile otomatik olarak ortadan kalkar.



Hukuki Sorumluluk (Ehliyet): Bireyin bilinç ve eylem özgürlüğü içinde olayları kavrayıp onlardan sağlıklı sonuçlara varabilme ve bilinçli, özgür seçimine dayalı, çıkarları doğrultusunda tek başına karar alıp, kararlarını özgür iradesi ile eyleme dönüştürebilme yeteneği, hukuki sorumluluk olarak adlandırılmaktadır.

Hukuki sorumluluk, kişilerin belli bir tarihte herhangi bir toplumsal sözleşmeyi gerçekleştirebilecek sorumluluklarının/ehliyetlerinin varlığının değerlendirilmesine dayanır. Herhangi bir akıl hastalığı, akıl zayıflığı içinde olmayan erişkin kişilerin hukuki sorumluluklarının tam olduğu kabul edilir. Adli psikiyatrik yönden ceza sorumluluğunda olduğu gibi hukuki sorumluluğun ortadan kalktığı veya azaldığı durumlar benzerlik gösterir. Hukuki sorumluluğun bulunmadığı durumlarda vesayet, azaldığı durumlarda ise müşaveret’ten söz edilir. Bu durum tıbbi bir raporla saptanmalı ve kişinin hukuki sorumluluğunu ne ölçüde etkilediği belirtilmelidir.

Vesayet (Hacir): Medeni haklarını kullanma ehliyetinin mahkeme tarafından kişinin elinden alınmasıdır. Vesayet kararının verildiği durumlar:

* Velayet altında bulunmayan küçükler (TMK 404)

* Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunanlar (TMK 405)

* Savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşam tarzı, kötü yönetim (TMK 406)

* 1 yıl veya daha fazla hürriyeti bağlayıcı ceza alan kişiler (TMK 407).

* Yaşlılığı, sakatlığı, deneyimsizliği veya ağır hastalığı sebebiyle işlerini gerektiği gibi yönetemediğini ispat edenlere istek üzerine (TMK 408) vesayet kararı verilir. Bu kişilerin yapmış olduğu toplumsal sözleşmeler geçersizdir.



Müşaveret (Müşavirlik): Bir kimsenin medeni haklarını kullanma ehliyetinin kısmen elinden alınmasıdır. Hacir altına alınmasına yeterli sebepler bulunmamakla birlikte, medeni haklarını kullanma ehliyetinden kısmen yoksun edilmesi yararına olacağı anlaşılan bir ergin kişiye kendi düşüncesi de sorulmak suretiyle bir müşavir atanır. Bu kişiler mallarının gelirini istedikleri gibi tasarruf ederler, ancak mallarını idare ve satışını yapamazlar.

Daha önce saptanan akıl hastalığı ve zayıflığından dolayı hakkında vesayet veya müşaveret kararı verilen kişilerde hastalığın şifa ile sonlandığı tıbbi bir raporla saptanırsa bu kişiler mahkeme kararı ile yeniden hukuki sorumluluklarını kazanırlar.



Evlenme ve Boşanma: Evlenme medeni haklardan biri olup yalnızca aklı başında olan kişiler evlenebilir. Akıl hastaları evlenmelerinde tıbbi sakınca bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporu ile anlaşılmadıkça evlenemezler(TMK 133).

Erkek veya kadın 17 yaşını doldurmadan evlenemez.Ancak hakim, olağanüstü durumlarda 16 yaşını bitiren erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Bu durumda hakim, bilirkişi sıfatıyla hekime başvurarak gençlerin evlilik birliğini yürütecek cinsel gelişime ulaşıp ulaşmadığını sorabilir.

Evlenme özgür iradesiyle iki insanın yapmış olduğu toplumsal bir sözleşme olduğundan evlilik sırasında karı veya kocadan birinin akıl hastası olduğu ve mümeyyiz olmadığı akitten sonra anlaşılırsa evlenme hükümsüz sayılır (TMK 145).

Eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hale gelirse hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporu ile tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir (TMK 165).
Ebates Coupons and Cash Back